Teknolojiden, internet
kullanımından, sosyal medyanın varlığından rahatsız olan bir insan değilim. Fakat
son zamanlarda elinde sürekli “çık-çık-çık-çık” fotoğraf çeken, video kaydı
alan tiplerden muzdaribim. Bir gezide, alışverişte, sporda, yürüyüşte, parkta
iki kelam edip bir avuç çekirdek çıtlatırken flaşların patlamasından sıtkım
sıyrılmış durumda. “ÇEKME – YAŞA” diye haykırasım var, bu aralar, tüm dünyaya.
Bu tiplere karşı tam bir babaanne
edası ile yaklaşıyorum, anlayacağınız. “Evladım, kameradan değil, gözünle gör” “Sen
bırak artık o telefonu” “Çocuğum telefondan yüzünü göremedik” “Ay yeter,
paylaşma artık” diye söylene söylene gezesim var.
Bir geziye çıkıyorsunuz, arkadaş
grubuyla. Herkesin elinde son model akıllı telefonlar, içinde bilmem kaçlık
internet paketler. Facebookta canlı yayında kimileri, kimileri story atmakla
meşgul. Çevresine aval aval bakan bir siz varsınız! Eğer benim gibiyseniz…
Tarihi gezilerden sıradan
yürüyüşlere kadar hep böyle durum. Kameraların gölgesinde yaşıyoruz adeta. Her an
kaydediliyoruz. En özelimize kadar storylerimizde sergiliyoruz. Ne için? Hiç.
Evet. Koca bir hiç için yapıyoruz
bunu.
-
Aman efendim, ne çok geziyor.
-
Aman da aman, ne güzel tatil yapıyor.
-
Ay kocasıyla nasıl aşıklar.
-
Aaa, bak o restoranda yemek yemişler.
-
Bunların araba, müzikte çalıyor.
-
Bak bak, gene nereleri geziyor.
İşte, bu cümleleri duymak için
çekiyoruz tüm bunları. Yaşamadan, sadece hayatımı kare kare ederek sergilemek
için yapıyoruz artık ne yaparsak. Sunumsuz kahvaltıya kahvaltı demiyoruz, çayın
baş tacı edildiği ülkede herkes kahve tiryakisiymiş meğerse. Akşam yemeklerini
dudak ısırtacak şıklıkta hazırlıyor, evimizi hiç de tarzımız olmayan ıncık
cıncıkla Çarşamba pazarına çeviriyoruz. İki like için, yaşamaktan geçiyoruz.
Olur mu canım? Diyenler çıkacaktır
şimdi. Oluyor canım. Maalesef tüm bunlar oluyor. Nasıl mı anladım? Bir tatil
sonrası al karşına konuş. O storyde boy boy fotoğrafını paylaştığı antik
tiyatrodan neler hatırlıyor? Geçmişini, yapılışını, kullanıldığı yılları okumuş
mu? Araştırmış mı? Taşların üstüne çizilen o resimleri hatırlıyor mu? Nerdeeee…
Hatırlamaz, istese de hatırlayamaz. Fotoğraf çekmeye gitti çünkü o oraya.
Bir de şu tipler var ki, evlere
ırak. Gidiyorsun bir tarihi yeri gezmeye. Vatandaş yanında pozdan poza giriyor.
Kültürel gezi için değil de, bir dergi kapağının çekimleri için oradaymışsın
edasında. Kendini çekmekten bulunduğu ortamın büyüsüne kanamıyor, hissedemiyor
o ruhu. Aklı fikri, instagramda paylaşacağı fotoğraflarda çünkü.
Tatil fotoğrafı deyince selfieleri,
heykellerde, yapıtların önünde verilmiş pozları sevmem. Bir tarih kitabı gibi
olmalı tatil fotoğrafları. Oraları anlatmalı, her gün aynada gördüğün o yüzü
değil. İşte böyle orada poz verelim, şurada şöyle çekinelim, dur şu pozum kusur
kalmasın diyenlerle gezmekten, görmekten hoşlanmıyorum bu yüzden.
Alıştık ama böyle yaşamaya. Bu insanlar
ne yapıyor demiyoruz. Elinde tabletle, telefonla kayıt alanları yadırgamıyoruz.
Yayalara kırmızı ışıkta durmayan bizler, fotoğraf çekenlerin pozu yarım
kalmasın diye duruyoruz, kaldırım kenarlarında.
Şunu bilmiyoruz ki, yaşamadan
çektiğimiz, içinde olduğumuz halde avuç içi kadar ekrandan görebildiğimiz o an’ların
hepsini flaşlar patladıkça yitiriyoruz. Yaşamadan, hissetmeden, an’ın için
olmadan, anı değil poz biriktirerek bir bir yok ediyoruz.
0 yorum:
Yorum Gönder