90 rakamı size özel şeyler çağrıştırıyorsa, aynı dönemin çocuklarıyız demektir.
Her gencin çocukluğu, her yaşlının gençliği güzeldir elbette. Fakat şöyle bir bakın etrafınıza... 90'lı yıllarda çocukluk mu, şimdiki çocukluk mu?
Eğer 90'lı yılların şanslı çocuğuysanız;
2000'li yılların gelişini heyecanla beklemişsinizdir. Sanki yeni bir evrim gelecekmiş gibi... Hem neler olduğunu anlamamak hem de 2000'li yılların yolunu gözlemek arasında bir dönemdir.
Televizyonla tanışmak, sokakta doyasıya oynamak demek 90'larda çocuk olmak. Komşularınızın çocuklarıyla arkadaş olmak, alt mahalledeki çocuklarla futbol turnuvaları düzenlemek demek...
Annenize "saat kaç" diye sorduğunuzda, kolunuzu ısırması için uzatmaktır; eti kemik geçiyor cevabıyla gülmektir.
Işıklı spor ayakkabınıza toz değmemesini dilemektir masumca. Arkadaşlarınıza hava atarcasına tüm mahalleyi turlamaktır, ışıklı spor ayakkabınızla...
Kırmızı rugan ayakkabı vitrinine sevinçle bakmaktır, bir gün sizin olacağını dileyerek...
Misketin nasıl oynandığını-topaçın ne olduğunu ve bunlardan alınan zevkin paha biçilmez olduğunu ilerde anlayacağınız yıllardır. Mario'nun müstakbel eşini kurtarmaya çalışmaktır. Ispanağı Temel Reis'le sevip, Bücür Cadı'yı hayran hayran izlemektir, köfteci Abbas'ın aşkını gizlemeye çalışmasını, üstün yetenekleri olduğu halde mütevazı bir hayat geçiren burnu sihirli cadımızı sevmektir. "Tintin tinimini hanımmm" duyulunca gülümsemektir. Çılgın Bediş'i izlerken kendi lisede öğrenci olacağınız yani büyüdüğünüzde nasıl olacağınızı merak etmektir, gizliden gizliye... Kemal Sunal'ı sevmek, Adile Naşit'in gülüşüyle neşelenmek, İnce İnce Yasemince'yi merakla beklemek, Heidi'nin süt sağmasını, dağlardaki muhteşem hikayelerini kaçırmamak, Casper'ın gerçekte nerede olduğunu düşünmek, Hugo ve Tolga Abi'nin saatini ezberlemek, Barış Manço'nun çocuklarla olan keyifli programını, Bob Ross Amca'nın harika tablolarına hayran kalmaktı, ninja kaplumbağaların kahraman ilan edildiği dönemdi...
Hamburger yerine evdeki köfteleri yemek, Mc Donald's a gitmek için yalvarmaktı... Siyah-Beyaz fotoğraf karelerine merakla bakmaktı belki de, kimin kim olduğunu anlamayarak... Minik minik poşetlerdeki renkli kolonyağları arkadaşımızın üzerine dökerek eğlendiğimiz, küçücük şeylerde bile içten gülücükler saçmayı bildiğimiz yaşlardı. Macarena dansını bilmekti mesela...
Zile basıp kaçmaktı, nasıl olsa tanıdıktı mahalleden Kasım Amca, hiç kızmazdı çocuklara. Çocuk sesinden rahatsız olan komşularımız da yoktu bizim. Komşuluk vardı daha doğrusu, komşu kavramı anlamını yitirmemişti o dönemlerde... Kokusu güzel olan bir yemek pişirildiğinde mutlaka komşuda pişen bize de düşerdi. Aşure günleri vardı... Halı yıkamak için firmalara gerek yoktu, geleneksel olarak düzenlenen halı yıkama günlerinde hep beraber halledilirdi konu-komşu bir arada... Beş çayında elinde bir kek ile çıkıp gelen bina sakinleri vardı... Dar günümüzde koşacağını bildiğimiz dostlarımız.
İspanyol paça pantolonlar vardı, şimdinin şekli şemali belli olmayan t-şörtleri yerine oduncu gömlekleri... Düşük bel diye bir kavramı bilmiyordu, bizim memleket varsa yoksa yüksek bel... Bilgisayar ise fazla lükstü. Onun yerine televizyonlarımıza bağlanan ve 7'den 70'e zevk aldığı aterilerimiz vardı. Ördek vurmaca oyununda tüm ördekleri vurmanın çocuksu sevinci vardı... Tetris düşmezdi elimizden... Sanal bebeğimiz ölmesin diye özenle bakardık, cebimizde gezdirerek... Sorumluluk duygusu öyle yerleşirdi belki, sanalda olsa bir canlının bakımını üstlenmek yavaş yavaş büyüdüğümüz hissine bile kaptırırdı...
Mahalleye seyyar dönme dolapçının gelmesiyle, annemizden nasıl para koparacağımızı düşünmekti.
Taso biriktirmekle başlardı, bizim koleksiyon hikayemiz. Okulda patates baskısı yapmak için şekiller vermekti yarım patateslere...
Amerika'ya zerre kadar özenmezdik, onda olan bende neden yok diye ağlamazdık saatlerce. Yoktan anlardık... Küçücük bedenlerimizde aslında şimdiye göre olgun düşünceler barındırırdık. Lükse kaçan şeylere imrenerek baksakta ona sahip olmak için ağlamak yerine harçlıklarımızı biriktirirdik.
Kokulu silgilere bayılırdık, her seferinde sonu gelmeden kaybolan silgiler boynumuza asılırdı kaybolmasın diye fakat ne çare... Silgi tozu ve uhu ile oynardık dersten sıkıldığımızda, teneffüs aralarında...
Kışın gelmesi, sobanın üzerindeki portakal kabuğunun kokusu demekti. Kardan adam yapmak, kar topu oynamaktan sırılsıklam eve dönmek ve hasta olmamak için saatlerde sobanın dibinde oturmaktı. Karın tadına baktı, anneden gizli gizli... Okulların kar tatiline girmesini dört gözle beklerdik, bu tatil bizim için bulunmaz bir nimetti. Yolların kapanması en çok biz çocukların işine gelirdi. Bulunan dik bir yokuştan poşetlerle, tahta parçalarıyla kaymaktı...
Her şeyin tadını sonuna kadar çıkarmaktı, 90'larda çocuk olmak. Bilgisayar çocuğu değildik varsa yoksa oyun varsa yoksa sokak... Her şey bir tık ötemizde değildi o dönemler, ödevimiz için ansiklopedi okurduk sayfa sayfa. Okul kütüphanelerinde sayfalarca kitaplara bakardık... İnternet ödevi mi, o da ne ? Kendi el yazımızla özene bezene, çizgileri kırmızı kalemle belirginleştirilmiş kağıdı çizgisiz kağıdın altına koyarak ellerimizin kenarı kararana kadar yazmak demekti...
Bayram sevinci ise apayrı. Erkek çocuğuysanız babanızın elinden tutup tüm mahalle camide buluşarak bayram namazını kılmak, kız çocuğu iseniz erkenden kalkıp bayram kahvaltısının hazırlanmasına yardım etmek, yeni kıyafetleri giymek için sabırsızlanmak, el öpüp harçlık almak, kapı kapı dolaşıp şeker toplamak... Bayramı bayram gibi yaşamak!
*
Günümüz çağı gibi her köşede siyaset konuşulmazdı. Oy verilen parti itinayla gizlenirdi... İnsanlık ölmemişti, imece usulü candı. Bilgisayarsız olmazsa olmaz diye bi kuralımız yoktu... Makineleşen dünyanın akımına kapılıp beyinlerimizi de makineleştirmemiştik... Acısı olanla üzülür, sevinci olanla gülerdik... Bırakın alt komşumuzu mahallenin sonundaki ablayı bile tanırdık... Kocaman bir aileydik, beton yığınlarının arasına sıkıştırılmamıştık.
Ne dersiniz, 2000'li yılların cafcaflı dünyasından sıyrılıp 90'lı yıllara geri mi dönsek?
16 Eylül 2017 Cumartesi
Toplumsal Yaşam Kılavuzu
Bu yazıda okuyacağınız olay, benim
başıma gelmiştir. İnanması biraz güç olabilir fakat tamamı gerçektir.
Dün akşam dışardaydım. Bir mağazaya
pantolon bakmak için girdim. Beğendiğim pantolonu aldım ve kabinlere yöneldim. Hepi
topu 3 kabin var zaten. Birisini hanımefendinin birisi kapatmış, kendi dışarda
içerde kıyafetleri, aynada boyunu pusunu izlemekte... Diğerini iki genç kız
önüne tabure koyup bir hesabın içindeler, çıkarana aşk olsun. Diğeri dolu. Elimde
pantolonla birkaç dakika bekledikten sonra, malzemelerin olduğu kabine yöneldim
ve “bu eşyalar sizin mi” dedim. Kadın bir hışımla dönüp kabine girdi,
dakikalardır aynanın karşısından söküp alamadığımız hanımefendi bir anda
kabinde aldı soluğu. Durumu görünce kabin önünde oturan kızlar, nezaket
gösterip kalkma zahmetine girdiler.
Zorlu şartlar altında girdiğim
kabinde derin bir soluk aldım. Fakat bir sorun vardı. Kabin kapılı değil, perdeli.
Perdeli kabin arkasında kıyafet denemekten hiç hoşlanmam zaten. Çektim mi ne
yaptım. Pat perde biri tarafından açıldı!
- AAAAAAAA! (bağıran ben değilim, o) Burada kırmızı
saçlı bir kız var!
Ben şok tabi. Allah esirgedi de,
işimi bitirmiş, ayakkabımı giyiyordum. O anın şokuyla “Yapma ya” diyebildim. Yaptığı
saygısızlığın, terbiyesizliğin farkında mı değil, farkında da umrunda mı değil
bilemem ama kapı önünde ettiği muhabbeti aynen yazıyorum:
-
- Keşke İranlı olsaydı, dediğimi anlamaz, ben de rezil
olmazdım (Van’a alışveriş amaçlı İran’dan çok sayıda turist geliyor. Halk İranlılara
aşina. Fakat sadece dediği cümlenin rezillik olduğunu sanıyor. Yaptığı saygısızlığın
adı bile okunmuyor.)
Şok üzerine şok yaşıyorum. Hem
sinirliyim hem gülmemek için kendimi zor tutuyorum. Kabinden çıktım, ben bir “kusura
bakmayın, fark etmeden oldu” falan bekliyorum. Ne dese beğenirsiniz?
-
- Al sana anı işte, hatırlar hatırlar gülersin.
Ben de hep beraber hatırlayıp
hatırlayıp gülelim diye, buraya yazayım dedim. Nasıl anı ama?
Bu olay başıma geldikten sonra
düşünceler aldı beni. Bir kitapçık basılmasını istiyorum, sayın yetkililerden.
·
Kabine bir gardolap dolusu kıyafetle neden gidilmez?
·
Kabine girilmeden önce öksürme, tıklatma, seslenme
gibi nezaket hareketleri neden yapılmalı?
·
Toplu alanlarda insanların özel alanlarına nasıl saygı
duyulmalı?
Otobüse nasıl binilip nasıl inilmeli? Ayakta gidenlerin
sırtına, koluna, çantasına neden yaslanılmamalı?
·
Sokaklar, topluma açık yerleri neden babamızın arsası
sanmamalıyız?
Bunların anlatılmasını istiyorum. Ha
bir de, neden, ne zaman, nasıl özür dilenmeli bu da ek olarak kitapçığa
düşülmeli. Bu kitapçığın da 8 yıllık zorunlu eğitim gibi zorunlu okunması ve
uygulanması gerekli.
Categories
anılar,
görgü kuralları,
hatıralar,
nezaket kuralları,
toplum hayatı,
toplumsal kurallar
14 Eylül 2017 Perşembe
Çöpe Atılacak Kitap Var mıdır?
Youtube’da vakit geçirmeyi
seviyorum. Ben de kanal sahibi biri olduğum için, video izlerken kendi
ilgilendiğim alan dışındaki videoları izlemeye özen gösteriyorum. Çünkü etkilenmek,
benzer içerikler üretmek istemiyorum. Fakat geçtiğimiz günlerde Youtube’da
gezinirken bir videoyaya denk geldim.
Videonun linki için buraya tıklayın.
İşte, bu video, bugünkü blog
yazımın çıkış noktası oldu. Son dönemlerde sosyal medyada “bookstagram”
paylaşımları arttı. Her ne kadar ülke genelinde okumayı alışkanlık haline
getirmiş, yaşam tarzı olarak benimsemiş kişilerin sayısı az olsa da kitaplara
olan ilginin bu vesile ile bir nebze artmış olduğunu düşünmekteyim. Bookstagram
sayfaları ile sosyal medya portallarında yer alan kişilerin yaş aralığının çoğu
ise ortaokul, lise döneminde olan gençlerden oluşmakta.
İnstagram üzerinden kitap
beğenilerine bakıldığında, bilinen, popüler kitapların paylaşımları çok
beğeniliyor. Popüler olan kitapları okuyan, yorumlayan sayfalar bir anda
binlerce takipçiye ulaşıyor. Edebiyat dünyasına bakıldığında benim de içlerinde
bulunduğum bir kesimin “çerezlik” olarak nitelendirdiği kitapların basımının
yaygınlaştığı görülmekte. Genellikle kitap evlerindeki yeni çıkan, popüler ve
çok satan raflarını bu kitaplar oluşturuyor.
Wattpad uygulaması ortaya
çıktıktan sonra basılan kitapların kalitesi de tartışılır bir hale geldi. Wattpad
uygulaması yazarlarına bakıldığında yine genellikle 14 – 18 yaş arası gibi lise
çağında olan gençler oluşturuyor. Küçük yaşlarda bulunan insanların
kitaplarının çıkması hatta bunlardan bazılarının filme uyarlanması ise bazı
çevrelerden büyük tepkiler alıyor. Sosyal medyada gezinirken wattpad
kitaplarını okuyanların, çerezlik kitapları daha fazla paylaşanların “boş kitap”
okuduğuna dair ithamlar, “yak bunları yak yak” diye tepkiler verildiğine kendim
de şahit oluyordum.
Kendi düşüncelerime gelecek
olursak…
Çerezlik kitapların edebiyat
dünyası içerisinde yer almasına karşı değilim. Ben pek okumayı, kitaplığımda
bulundurmayı tercih etmiyorum fakat bu kitapları okumayı tercih edenler de beni
çok rahatsız etmiyor. Çünkü bu kitapları okuyan kesime baktığımda genellikle
lise döneminden oluşması benim önyargı ile yaklaşmama engel oluyor. Bu yaş
aralığında bulunan kişilerin, okuma zevkleri, kitap okuma alışkanlıkları yeni
başlamış oluyor genellikle.
Bir kişi kitap okumaya yeni
başladığı dönemlerde istediği türü okuyabilir. Tecavüzü, tacizi, terörü,
hayvana zulmü, kadına şiddeti, kadını ezmeyi övmeyen her şey bence okunmaya
değerdir. Bunları içermediği sürece benim gözümde yakılacak, çöpe atılacak,
okunmayacak kitap yoktur. Küçük yaştaki kişilerin bu gibi ögeleri içeren
kitapları okumasını istemem. Çünkü bu yaşlarda işlenen bilgiler en kalıcı
olanlar oluyor genellikle ve bunun yanı sıra çoğu zaman bu yaşlarda yaşanan
olaylar, izlenen filmler, okunan kitaplar kişilerin karakterlerini oluşturuyor.
Bu yüzden yukarıda saydığım ögeleri içeren kitapların okunması, bunların
desteklenmesi beni rahatsız ediyor.
Wattpad kitabı hiç okumadım desem
yeridir. İsimlerini bilsem de pek bana hitap etmedikleri için içeriklerini de
araştırmadım. Bu kitapları okuyan, inceleyen birçok kişi genellikle “genç
yetişkin” ögelerin ön plana çıkmasını eleştiriyor. Genç yetişkin ögeler yani
erotizm, cinsellik… Bu iki kavram kitaplardan, edebiyat dünyasından
soyutlanabilecek bir şey değil. Bundan rahatsız olmak çok doğal, herkesin
hoşlandığı konular, ilgi alanları farklılık gösterdiği gibi, rahatsız olduğu
noktalarda değişkenlik göstermektedir. Fakat genç yetişkin ögelere sadece
wattpad kitaplarında değil, birçok klasik de dahi rahatlıkla rastlamanız
mümkün. Bana sorarsanız sapkınlık derecesine varmadığı sürece, erotizm ve
cinsellik içeren kitapların okunmasında da bir sakınca yok.
Yaş aralığı bu noktada önemli
olabilir. Çünkü cinsel deneyimlerin anlatıldığı satırlar buna hazır olmayan
zihinlerde bir takım korkulara, takıntılara, psikolojik problemlere yol
açabilir. Ancak bana göre buna aile ve okuyacak kişi kendi karar vermelidir. Bir
kişinin sadece “yaşı” o kitabı okumaya uygun olup olmadığına karar vermek için
yeterli olmamaktadır. Yaşları küçük olsa dahi olgunluk seviyesi yüksek birçok
kişi bulunmaktadır. Bu nedenle kitap önerirken yaşlara çok takılmamaya da
dikkat etmek gerekir, bence.
Gelelim sözün kısasına… Sosyal
medyada her alanda olduğu gibi bu konuda da “taşlanmak” gayet doğal. Çünkü ben
kedilerimi paylaştığımda “birazcık da çevrende başka şeylerle ilgilensen”,
kitaplarımı paylaştığımda “ay elinden kitap düşmüyor” gibi yorumlar
gelebiliyor. Görüyorsunuz ki internet dünyasında ne yaparsanız yapın, insanları
memnun etmek mümkün değil.
Önemli olan bu çerezlik
kitapların dışında diğer türlerden kitaplar okumaya da alışmak. Başkalarını sizi
bu konuda kötülemesine kızarken, bir klasik romanda “ay çok sıkıcı, ay çok
kötü, ben onu okuyamıyorum” gibi tüm türü aşağılayıcı, kötüleyici yorum
yapmamak. Her türe şans vermek ve aralarından en sevdiğini bulmak. Okumayı sadece
vakit geçirmek için değil, size bir şeyler katması için yaptığınız zaman
okurluğunuzda terfi aldığınızı hissedeceksiniz.
Sevgiler…
12 Eylül 2017 Salı
Televizyonsuz Hayat
Televizyon izlemek… Birçoğumuzun gün
içerisinde çok vaktini alan, boş vakitlerimizi değerlendirmek için, eğlenmek
için vb. amaçlarla tercih ettiğimiz aktivite. Fakat uzun saatler boyunca
televizyon izlemenin insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri bilinen bir
gerçek. Özellikle zihin gelişimi, hayal gücü yaratıcılık yeteneği gibi birçok
şeyi olumsuz etkilediği araştırmalarla da kanıtlandı.
Televizyon izlemek, her ne kadar
günlük hayat akışının bir parçası haline gelmiş olsa da, bu düzenden uzaklaşmak
isteyen çok sayıda kişi olduğunu fark ediyorum. Ben lise yıllarımdan bu yana
gününü televizyon karşısında geçiren biri olmadım. Lise yılları, ortaokul
yıllarında çoğunlukla odamda vakit geçiriyordum. Odamda televizyon olmadığından
gün içerisinde televizyon izlediğim saatler, yemek saatleri ile sınırlıydı. Bunun
yanı sıra lisede Anadolu iletişim meslek lisesine gittiğim, lise 3ten itibaren
staj yapmaya başladığım, öncesinde okul sonrasında stüdyo faaliyetleri,
kütüphane gibi ortamlarda olduğum için evde geçirdiğim zaman da kısıtlıydı. Doğal
olarak eve geldiğimde yapılacak ödevler, radyo TV mezunu olduğum için yapılacak
montajlar, yazılacak senaryolar derken televizyon izlemek için yeterli zamanı
bulamıyordum. Boş vakitlerimi, hafta sonlarını ise genellikle arkadaşları ile
dışarda geçiren bir tiptim.
Durum böyle olunca ben
kendiliğimden “televizyon izlememeye” başlamış oldum. Bunun için büyük bir çaba
göstermem gerekmedi. Televizyon izlemediğim için, lise hayatım boyunca hiçbir
diziyi takip etmediğim için bir eksiklik hissetmedim. Evlendikten sonra
insanların televizyon ile olan ilişkisini gözlemleme şansım bulundu. Çünkü çevrem
değişti. Evlenmeden önceki çevremde genelde çalışan, gününün sadece çok kısıtlı
bir zamanında televizyona vakit ayırabilen kişiler tanıdığımdan daha öncesinde
bu konu üzerinde düşünmemiştim.
Evlendikten sonra işyerimin
kapanması sonucunda bir işsizlik süreci başladı. Radyo TV mezunları, sektörde
iş bulmanın ne kadar zor olduğunu bilirler. Uzun süren bu işsizlik döneminde “ev
hanımlığına” terfi etmiş bulundum. Günümün çoğu evde geçtiği, home ofis çalışma
sistemine o dönem başlamadığım için kitap okumak, günlük temizlik ve yemek,
televizyon izlemek dışında bir şey yapmıyordum. Yine de televizyon izlediğim
zaman kısıtlıydı. Çünkü gerçekten izlemeye değer bir şey bulamıyordum.
Stajımı radyolarda yapmış olmamın
buna etkisi var mıdır bilmem ama yapı olarak da her zaman radyoyu tercih etmişimdir.
İlk takip etmeye başladığım dizi Avrupa Avrupa’ydı. İzlemeye değer bir şey
bulamayınca sürekli Youtube’dan eski bölümlerini izlemeye başladım. Çoğu sahnesine
kadar ezberledikten sonra şu anda halen ara sıra izlemeye devam ediyorum.
Ardından gündüz kuşağında Müge Anlı
izlemeye başladım ve halen buna devam ediyorum. Müge Anlı izlememdeki en önemli
sebep, yaptığı programın kalitesi, hayata dair paylaşılan şeyler ve bu sosyal
sorumluluk projeleri ile hayatın tam içerisinde olan bir program olduğuna
inanmam. Müge Anlı ve Youtube kanalından takip ettiğim eski dizi serüveni
dışında televizyonla ilişkim bulunmuyordu. 2 ay önce, Müge Anlı’nın tatile
girmesinin ardından 2 ay boyunca akşamdan akşama televizyon eşim tarafından
açıldı.
2 aylık süreçte zihnimin daha çok
dinlendiğini hissettim. Gündüzleri evdeki o sessizliğin ne kadar keyifli
olduğunu fark ettim. Oysa birçok kişi televizyonu sırf ses olsun diye
açtığından bahsediyordu. Bunu kendilerine neden yapıyorlar, anlam veremedim. Bu
arada eş dost sohbetlerinde televizyondan konu açıldığında sessiz kalmam
dikkatleri çekti. Bende açıklama olarak “bir süredir televizyon izlemiyorum,
evde televizyonu eşim açıyor, ben sadece tozunu alıyorum” şeklinde açıklama
yaptım.
Aldığım tepkiler şaşırtıcıydı.
“Nasıl izlemezsin?”
“Ben televizyon kapalı kalsa evde
duramam”
“Nasıl yani?
“Hiç mi izlemiyorsun”
“Home ofis çalışıyorsun ya ondan
hep çalışmasan izlersin”
“Senin vaktin yoktur ondandır”
Evet, televizyon izlememenin
geçerli bir sebebi olması gerektiğine inanıyorlardı. Oysa benim tek nedenim,
izlemeye değecek bir şey bulamamdı. Home ofis çalışmamın buna katkısı mutlaka
vardır. Fakat benim çalışmadığım dönemler, sipariş almadığım zamanlar oluyor. Genellikle
günün en fazla 6 saatini yazarak geçiriyorum. Geriye kalan zamanda da
televizyona ihtiyaç duymamam bunun benim tercihim olduğunu göstermiş olması
gerekiyor.
Bir gün veya bir hafta boyunca
bunu sizin de denemenizi isterim. Ben şu an Müge Anlı başladığı için, bir de
Çocuklar Duymasın tekrar çekildiği için belirli zamanlarda televizyon izlemeye
başladım. Fakat bu 2 aylık deneyim, aslında evimizde televizyonu başköşeye
koyup oturma düzenini dahi ona göre ayarlayarak zihnimize nasıl kötülük
ettiğimizi daha iyi gösterdi bana.
Bu deneyimi yaşadıktan sonra küçük bir tatil hayali kurdum. Böyle herkesten
uzakta, küçük bir köy evi… İnternet,
televizyon, akıllı telefon yok. Sadece kuş sesleri, köpekler, kediler ve doğa.
Biz baş başa… Sabah uyanıyorsun. Hava mis. Akşama kadar çayır çimen, oh ne
keyif ama… Ardından saatlerce açık havanın yağdırdığı ilhamın altında yaz
yazabildiğin kadar.
Günün birinde böyle bir tatile çıkarsam, zihnime en büyük ödülü vermiş
olacağım. Yaparsam döndüğümde sizlere de yazacağım. Şimdilik hoşça kalın.
11 Eylül 2017 Pazartesi
Kültür Sanat Mevsimi | Sonbahar – 2017
Sonbahar, kış ayları geldiğinde
daha bir şevkle çalışıp okuyorum, sanki. Yaz sıcaklarının, tüm dünya
genelindeki o tatil havasının üzerimde yarattığı etkiden sıyrılıp kendimi
okumaya, yazmaya, üretmeye konsantre edebiliyorum.
Biliyorsunuz ki, bloğumu açalı
uzun zaman oldu fakat yeni yeni düzenli yazmaya başladım. En büyük isteğim de, bloğuma
her gün yazı girebilmek. Genellikle gece 00.00 olduğunda yazıyı bloğa yüklüyorum
fakat bugün olduğu gibi yoğunluktan yazı yükleme saatlerinde sarkmalar
olabiliyor. Düzenli yazabilmem için bana en gerekli şeylerden biri de, konu
bulabilmek.
İşte, geçtiğimiz günlerde Şule
Uzundere’nin bloğunda gördüğüm bir etkinlik haberi bu yüzden beni
heyecanlandırdı. Onun blog yazısına gitmek için buraya
tıklayın. Gece Edebiyat bloğunda başlatılmış olan bu etkinlik kapsamında,
görünen o ki, sonbaharda sanata doyacağız. Sanatın her dalını kapsayan
60
görevi tamamlamak için kendimle yarışacağım. Bu süreci de yazılarımla bloğumda,
siz değerli okurlarımla paylaşacağım.
Eğer sizin de bir blog sayfanız
varsa katılmayı düşünebilirsiniz. Etkinliğe katılıyorsanız alta yorum bırakarak
beni de haberdar edin ki, sizleri takip edebileyim. Görev listesini aşağıya
ekliyorum. Detaylı bilgi için Gece
Edebiyat bloğunu veya Şule Uzundere’yi takip edebilirsiniz.
Görevler:
o Dünya veya Türk klasiklerinden bir kitap oku
ve kitap üzerine bir yazı yaz.
o Biri kadın biri erkek yazardan, aynı türde,
2 kitap oku ve kitaplar üzerine yazı yaz.
o İsminde sonbahar veya sonbaharı anımsatan
bir kelime geçen, biri Türk biri yabancı olmak üzere, 2 yazardan birer kitap
oku ve kitaplar üzerine yazılar yaz.
o Nobel veya başka önemli bir ödülü kazanmış
bir yazardan bir kitap oku.
o Bir akımı temsil eden bir kitap oku ve hem
akım hem de kitap üzerine düşüncelerini yazıya dök.
o Okuduğun kitaplardan beğendiğin bir bölümü
alıntıla.
o Bir şiir yaz.
o
Bir öykü yaz.
o Bir deneme, makale veya eleştiri yazısı yaz.
o Bir mektup yaz.
o Dünya tarihinde önemli bir yere sahip bir
kişi hakkında portre yazısı yaz.
o Bir roman kahramanı hakkında bilgi ver.
o Klasikleşmiş filmlerden birini izle.
o Önemsediğin festivallerden birinde En İyi
Film Ödülü’nü kazanmış bir filmi izle.
o İsminde sonbahar veya sonbaharı anımsatan
bir kelimenin geçtiği, biri Türk biri yabancı olmak üzere iki film izle.
o Edebiyat veya tiyatro uyarlaması bir film
izle.
o Bir film karakteri hakkında bilgi ver.
o Sinema tarihiyle ilgili bir konuyu araştır.
o Sinemada bir film izle.
o Bir yönetmenin tüm filmlerini izle ve o
yönetmenin sinema anlayışı üzerine bir yazı yaz.
o Bir tiyatro oyunu, opera veya bale izle.
o Bir tiyatro metni oku.
o Klasik müziğin önemli eserlerinden birini
dinle.
o Jazz, Blues, Reggae, Rock, R&B, Pop gibi
müzik türlerinden birinin dünya çapında önemli bir albümünü dinle.
o Bir müzik aleti hakkında bilgi ver.
o Severek dinlediğin bir müzisyen, grup veya
albüm hakkında kısaca bilgi ver.
o Dünya ve Türk resminin önemli eserlerinden
birini incele.
o Bir akımı temsil eden bir resim veya heykeli
incele.
o Aynı temaya sahip iki farklı resim hakkında
araştırma yap.
o Bir sanatçının eserleri üzerine araştırma
yap ve beğendiğin eserlerinden örnekleri paylaş.
o Sanat tarihiyle ilgili bir konuyu araştır.
o Bir felsefi düşünce hakkında araştırma yap.
o Bir temel felsefe metni oku.
o Mitoloji hakkında ilgini çeken bir konu
üzerine araştırma yap.
o Bir şehri gez ve o şehir üzerine bir gezi
yazısı yaz.
o Bir ülkenin veya bir şehrin önemli bir
simgesi hakkında araştırma yap.
o Dünya tarihinde ilgini çeken bir olay veya
kişi hakkında kısaca bilgi ver.
o Bir belgesel izle.
o Teknolojinin hayatımıza kattığı önemli bir
gelişme hakkında araştırma yap.
o Bir TV veya internet dizisi izle.
o İlgini çeken bilimsel bir gelişme üzerine
kısa bir yazı yaz.
o Önemli bir mimari eser hakkında araştırma
yap.
o Bir fotoğraf çek ve fotoğrafın hikâyesini
anlat.
o Herhangi bir konu hakkında bir video çek.
o UNESCO Kültür Mirası listelerindeki bir
madde üzerine araştırma yap.
o Bir sözlük veya ansiklopedinin sayfalarını
karıştır ve dikkatini çeken bir madde hakkında kısaca bilgi ver.
o Bir internet sitesi, blog sayfası, sözlük,
Youtube kanalı veya sosyal medya kullanıcısı hakkında düşüncelerini yaz.
o Bilgisayar teknolojisiyle yaratılmış bir
figür, animasyon, tasarım, afiş, logo gibi şeylerden dikkatini çeken biri
üzerine kısaca düşüncelerini yaz.
o İlginç bulduğun bir canlı türü hakkında
bilgi ver.
o Psikiyatri/Psikoloji kavramları ve hastalıkları
üzerine ilgini çeken birini kısaca anlat.
o Beğendiğin bir karikatür, illüstrasyon veya
çizimi paylaş.
o Bir dergiyi detaylı bir şekilde incele.
o Bir müzeyi gez.
o Bir kütüphaneyi ziyaret et ve birkaç saatini
orada geçirip neler yaptığını yazıya dök.
o Bir sanat etkinliğine katıl.
o Bir toplumun kültür yapısı, yaşam biçimi,
inanç şekilleri, örf ve adetleri üzerine bir araştırma yap ve ilgini çeken bir
konu hakkında kısa bir yazı yaz.
o Uzun bir zamandır yapmak istediğin bir şeyi yap
veya uzun zamandır yapmak isteyip de yapamadığın bir şey hakkında kısaca bir
yazı yaz.
o Kültür ve sanat konusunda bir öneride bulun.
o Kültür Sanat Mevsimi etkinliği süresince
karşına çıkan ve seni şaşırtan, dikkatini çeken, aklına takılan en az 5 farklı
şeyi maddeler halinde yaz.
o Kültür ve sanat üzerine yapmak istediğin ve
yukarıdaki görevler arasında bulamadığın bir şey yap ve bunun üzerine bir yazı
yaz.
10 Eylül 2017 Pazar
Neden e-kitap?
Baştan söylemeliyim ki, sanırım
bu uzun bir yazı olacak. Dünkü e-kitap ile ilgili paylaşımım ardından,
e-kitapları nereden indirdiğime dair soru geldi. Bende bu konuda daha detaylı
bir yazı hazırlamaya karar verdim. Aslında geçmiş yazıda söylediğim gibi daha
öncesinde bir e-kitap tecrübem bulunmuyor. Bu “sanal okuyuculuk” konusunda
oldukça acemiyim. Ancak fikirlerimi paylaşmak için bu yazıyı kaleme alıyorum.
Sıkılmadan okumanız için yazıyı
başlıklara böleceğim. Böylece sadece belli başlı detayları merak ediyorsanız o
kısımları okuyup bugünlük vedalaşabilirsiniz.
İlk soruyla başlayalım; neden e-kitap tercih etmeye başladım?
Henüz bitirdiğim bir e-kitap yok,
okumaya da başlamadım. Baştan bunu belirteyim ki, daha sonra darılmaca
gücenmece olmasın. Ancak dün e-kitaplara artık sıcak baktığımı, okumayı
planladığımı söyledikten sonra e-kitap indirmeye başladım. Orta halli bir arşiv
oluşturdum, bilgisayarımda. 3 – 5 tanesini telefonuma aldım. Okuduktan sonra bu
deneyimi daha detaylı anlatacağım.
e-kitaplara öncesinde mesafeli
bakmamın, şimdi ise olumlu yönde bir fikir değişikliğine gitmemin bazı,
kendimce sebepleri var. İlk olarak şunu söylemeliyim ki, kitap alışverişi
yaparken kendisini kaybedenlerdenim.
Arka kapak yazısını okumak, blog
ve bookstagram yorumlarına bakmak, değerlendirmeleri incelemek tamam. Fakat albenili
bir kapak, afilli bir isim de o kitabı almamı sağlayabiliyor. Bu durum bazen “dışı
seni, içi beni yakar” misali hüsranla sonuçlanabiliyor. Kitaplığımda böylece “keşke
almasaydım” dediğim kitaplar birikiyor. İşte, bunu engellemek için e-kitaplara
sıcak bakmaya başladım. Böylece sadece sevdiğim, bana bir şeyler katan, benim
gözümde değerli kitaplar kütüphanemde olabilecek.
Yer sıkıntısı… Benim kitapları
saklamakla ilgili bir yer sıkıntım var. Evdeki kütüphanem ve raflarım dolmak
üzere. Ömrüm boyunca kamyonlar dolusu kitaplar basılacağı, bu baskıların asla
sonu gelmeyeceği düşünülürse hiçbir zaman kitaplarım için yeterli alana sahip
olamayacağım. E-kitap bu sorunu ortadan tamamen kaldırdığı için tercihim.
Boykot ettiğim yayınevleri… Bazı
sebeplerden dolayı benim, kendi başıma boykot ettiğim, o
yayınevlerinden çıkan
kitapları almadığım birkaç yayınevi var. Hatta sanırım 1. Neyse, şimdi adından
bahsedip hedef gösterme gibi olmasın. Bu benim 1 yıla yakın zamandır yürüttüğüm
bir boykot. Ancak öyle kitaplar çıkarıyor ki, direnç demirimi kırma noktasına
gelebiliyorum. Ayrıca çalıştıkları bazı yazarlar da o yayınevlerine “acaba vaz
mı geçsem” gözüyle bakmama neden olabiliyor. Bu durumda boykotumu bozmak
yerine, e-kitap versiyonunu okumayı tercih edeceğim, bundan sonra. Bunu okuduktan
sonra “tavşan dağa küsmüş” diyebilirsiniz, ancak bende durum böyle.
Sosyal medya… Biliyorsunuz ki,
çok takipçili sayfa sahiplerine tanıtmaları için belirli kitaplar gönderiliyor.
Bu yeni çıkan veya tanıtılması istenilen kitaplar genellikle aynı anda
gönderiliyor. Bu durumda benim sosyal medyamın ana sayfası onlarca kişide aynı kitabın
fotoğrafı ile dolup taşıyor. İster istemez bir merak uyanıyor. Bu merakı
uyandıran kitapları da e-kitap olarak incelemeyi tercih edeceğim.
Taşınma… Bu sene Van’da kısmetse
son senemiz. Temmuz ayı gibi tayinciyiz. Bir şehirden bir şehre tayin için
taşınırken yüzlerce kitabı nasıl götüreceğim şu an benim için büyük bir soru
işareti. Zarar görmemeleri için kırk kat sarıp sarmalayacağım ama e-kitapta
böyle bir sorun yok. Kitaplar hep koruma altında. Bu madde, benim bu sene
e-kitaplar indirmemin en büyük sebebi.
Hangi e-kitapları tercih ediyorum?
Dün geceden itibaren e-kitap
indirerek kendime bir arşiv oluşturuyorum. Bu konuda yeni olduğum için nasıl
bir indirme prosedürü gerçekleştiriyorum, onu da anlatayım. Öncelikle girdiğim
sitelerde genel bir inceleme yaptım. Benim okuduğum türlerde hangi kitapların,
hangi yazarların e-kitabı var onları öğrendim. Sonra iş hangilerini indireceğime
geldi.
e-kitap indirirken benim
önceliğim, kitabın fiyatı oldu. Eğer kitap, benim bütçemi çok aşıyorsa o
kitapları e-kitap olarak indirmeyi tercih ettim.
Bir diğer konu ise kitabın hacmi,
sayfa sayısı. Çok kalın kitapları yanımda taşımak çok zorlayıcı oluyor. Taşısam
bile kalın cüsselerinden dolayı dışarıda, arabada, otobüste okumak rahat
olmuyor. Çantada çok yer kaplıyor. E-kitap hayatımızı kolaylaştırmak için var,
diye düşünürsek kalın cüsseli, okumak istediğim kitapların da e-kitap versiyonunu
tercih ettim.
Çerezlik kitaplar… Sadece kafamı
dağıtması için okumaktan hoşlandığım yazarlar var. Böyle basit anlatımlı,
karmaşık olmayan konulu, cicili bicili. İşte, bulabildiğim bu tarz kitapların
e-kitap versiyonlarını da arşivime ekledim.
Kişisel gelişim kitapları… Bende
o kişisel gelişim kitaplarına mesafeli olanlar grubunda yer alıyorum. İtiraf etmeliyim
ki, “başarı öyküleri” “bunları biliyor musunuz” gibi kişisel gelişim kitabı
türevi kitapları “çerezlik” niyetine okumak hoşuma gitmiyor değil. Listeme bu
nedenle kişisel gelişim kitaplarını da ekledim.
e-kitapları Nasıl Okuyacağım?
Yeni başladığım bu e-kitap okuma
serüvenimde kendime bir okuma planı da yaptım. E-kitapları indirmesi daha rahat
olduğu için (tercih meselesidir, direk tablet veya telefonunuza
yükleyebilirsiniz) bilgisayarıma indirip bir klasör içerisine depoladım.
Okurken yanımda taşımak
istediklerimi telefonuma atacağım. Böylece gece yatarken veya otobüste ayakta
dahi okuyabileceğim. Bu noktada, e-kitabın bir avantajı daha ortaya çıkıyor. Karanlık
ortamlarda dahi rahatlıkla okunabildiği için de tercih sebebi olabilir, bence.
Altını çizmeden okuyamam,
diyenlerden olduğum için, e-kitaplarım için özel bir defter tutmayı düşünüyorum.
Okurken beğendiğim satırları ve notlarımı, bu kitapta toplayacağım. Uzun yolculuklarda
ise bir hafıza kartı içerisinde tabletimde taşımayı düşünüyorum.
Her şey sandığım gibi ilerler,
e-kitap okumayı seversem ilerde bir e-kitap okuyucu alabilirim.
e-kitap Korsana Girmez Mi?
e-kitap indirmek isteyen fakat bu
konuda çekimser kalan kişilerin en büyük endişesi, telif hakkı, emek meselesi
bence. Ben internetten “ücretsiz” olarak indirilip okunabilen e-kitapların
korsanla bir tutulmaması taraftarıyım.
Çünkü korsan kitap ile orijinal
baskı arasında 5 – 6 liralık bir fark oluyor. Yani korsan alana kadar 5 – 6 lira
daha üzerine koyup orijinal kitabı alabilirsiniz. Korsan sektörüne “maddi
destek” bulunmak zorunda değilsiniz. /elbette daha çok fark olanlar vardır. 5 –
6 derken temsili /
Ben e-kitap indirme olayına,
internetten film izleme ve mp3 indirme ile aynı bakıyorum. Bence bunlardan
hiçbir farkı yok. Bu nedenle e-kitap indirmeyi sakıncalı görmüyorum. Ayrıca,
beğendiğim, elimde olmasını istediğim kitapları, e-kitabını okuduktan sonra
satın almayı düşündüğüm için bunun kötü bir yanının olmadığı kanısındayım.
Tabi, sizin bu konuda içiniz
rahat değilse e-kitap indirmeyi tercih etmeyebilirsiniz. Gidip normal kitabı
satın alabilir veya internette e-kitap okuyucular için para ile satılan
versiyonları satın alabilirsiniz. Bu durum tamamen tercih meselesi bana göre.
Hangi adreslerden e-kitap
indiriyorum?
Bu en çok merak edilen konu,
sanırım. Çünkü internette her e-kitap var, ücretsiz e-kitap indir diyen siteye
güvenilemiyor, maalesef. Dün geceden bu yana yaptığım araştırmalar sonucunda
iki tane güzel, güvenilir e-kitap indirme sitesi keşfettim. Kitaplar bu
adreslerden ücretsiz olarak indirilebiliyor.
Bende bu iki adresten indirdim.
Not: Paylaştığım linklerin reklam
falan olduğunu düşünmeyin. Siteler ile hiçbir bağım bulunmamaktadır. Sadece indirdiğim
siteleri göstermek için linklerini ekledim.
KONUMUZ DIŞI NOT
Dün, yazının sonunda “haftaya
görüşürüz” demiştim. Fakat bundan böyle her gün görüşeceğiz. Elimden geldiğinde
her gün 00:00’da bloğuma günün yazını eklemeye çalışacağım. Dönüşleriniz beni
çok mutlu ediyor, yorum eklemeyi ve “izlemeye” almayı unutmayın.
Bu kararımda Şule Uzundere’nin bloğunda
gördüğüm bir etkinlik etkili oldu. Onunla ilgili detaylı bilgi için onu da bir
ziyaret edin derim. Etkinlik yazısı yarın, benim bloğumda olacak.
Şimdilik hoşça kalın.
9 Eylül 2017 Cumartesi
e-Kitap Okur Musunuz?
Okuma konusunda geri kafalı biri
olduğumu itiraf etmeliyim. Kitap kokusu, kenarı kıvrılmış sayfalar,
kenarlarından post-itler sarkan kitaplar, ayraçlar, altı çizili satırlar…
Okumak denilince bunlar canlanıyor gözümde benim. Bu nedenle PDF okumalara, e-kitap
okuyuculara biraz uzak kalıyor-dum. –dum, çünkü son dönemlerde bakış açım biraz
değişti.
e-kitap okuma işine beni ısındıran,
son dönemlerde telefonuma indirdiğim bir uygulama sebep oldu. Lise yıllarımdan
bu yana, radyo TV bölümü mezunu olmam nedeniyle sanırım, gazete takip etmeyi
çok severim. Gazeteleri kesip sakladığım bir klasörüm vardı, geçmişte. Sonra
kaybettim. Bana kitap okumayı, okumayı sevdiren de babamın Pazar gazeteleri
oldu. Bekarken, evimize pazardan pazara gazete alınırdı. Babamda okumayı
sevdiği için, iki üç çeşit gazete alır gelir, e Pazar ekleriyle uzun saatler
gazete keyfi yapacak gazete olurdu, evde. Babamla aramızda bunu okudun mu, al
ben okudum gibi paslaşmalar ile gazeteler okunur, sonra benim beğendiklerimi
kesme sıram gelirdi.
Okuma serüvenim böyle başladığı
için sanırım, elimde tutamadığım, altını çizip kesip saklayamadığım okumalar,
soğuk ve yapay geliyor-du gözüme. Burada oturduğumuz yerde, 1 market var. Oraya
da gazete gelmiyor. Evimiz merkeze araba ile 45 dakika. Her sabah o yolu gazete
almaya gidemeyeceğimize göre el mahkum, internete.
Gazetelerde en çok köşe yazarlarını
okumayı severdim. Hep sakladıklarım da köşe yazıları olurdu. Okul yıllarımda
Hıncal Uluç’un sayfasını büyük bir keyifle okurdum. Şu sıralar beğendiğim,
takip ettiğim yazarların sayısı arttı. Gazete girmeyen evde, köşe yazıları
nasıl okunuyor diye sorarsanız, işte cevabı, telefonuma yüklediğim o köşe
yazılarını günlük yayınlayan uygulama.
Ahmet Hakan, Ayşe Arman, Ayşe
Özyılmazel, Yılmaz Özdil, Hıncal Uluç, Gülse Birsel, Haşmet Babaoğlu, Feridun
Andaç, Doğan Hızlan… Düzenli olarak köşelerini takip ettiğim yazarlar. Her gazetenin
yazarları yayınlanıyor uygulamada. Başlıkları dikkatimi çekenleri de okuyorum
günlük olarak. İşte, böyle böyle derken ben ekrandan okumaya çok alıştım. Sabah
instagram, facebook kontrolünden önce, en az 1 saat uygulamada vakit
geçiriyorum.
Bu akşam, severek takip ettiğim bir
bookstagram hesabının e-kitap indirme hakkındaki paylaşımına denk geldim. Artık
ekrandan okumaya alıştığıma göre benim e-kitaplara göz atma vaktim gelmiş,
demektir. Bir gün e-kitap okuyucu alır mıyım bilmem. Şu an internetten birkaç
e-kitap indirdim. Bu hafta okuyacağım. Bunun için tabletimi kullanacağım,
telefon zorlar gibi geliyor çünkü.
Deneyimlerimi sizlere aktarırım.
Haftaya görüşmek üzere…
Categories
e-kitap,
e-kitap farkı,
e-kitap indir,
e-kitap indirme siteleri,
e-kitap okuma,
e-kitap ücretsiz,
kitap,
okuma
8 Eylül 2017 Cuma
Yaşamadan Çekiyoruz
Teknolojiden, internet
kullanımından, sosyal medyanın varlığından rahatsız olan bir insan değilim. Fakat
son zamanlarda elinde sürekli “çık-çık-çık-çık” fotoğraf çeken, video kaydı
alan tiplerden muzdaribim. Bir gezide, alışverişte, sporda, yürüyüşte, parkta
iki kelam edip bir avuç çekirdek çıtlatırken flaşların patlamasından sıtkım
sıyrılmış durumda. “ÇEKME – YAŞA” diye haykırasım var, bu aralar, tüm dünyaya.
Bu tiplere karşı tam bir babaanne
edası ile yaklaşıyorum, anlayacağınız. “Evladım, kameradan değil, gözünle gör” “Sen
bırak artık o telefonu” “Çocuğum telefondan yüzünü göremedik” “Ay yeter,
paylaşma artık” diye söylene söylene gezesim var.
Bir geziye çıkıyorsunuz, arkadaş
grubuyla. Herkesin elinde son model akıllı telefonlar, içinde bilmem kaçlık
internet paketler. Facebookta canlı yayında kimileri, kimileri story atmakla
meşgul. Çevresine aval aval bakan bir siz varsınız! Eğer benim gibiyseniz…
Tarihi gezilerden sıradan
yürüyüşlere kadar hep böyle durum. Kameraların gölgesinde yaşıyoruz adeta. Her an
kaydediliyoruz. En özelimize kadar storylerimizde sergiliyoruz. Ne için? Hiç.
Evet. Koca bir hiç için yapıyoruz
bunu.
-
Aman efendim, ne çok geziyor.
-
Aman da aman, ne güzel tatil yapıyor.
-
Ay kocasıyla nasıl aşıklar.
-
Aaa, bak o restoranda yemek yemişler.
-
Bunların araba, müzikte çalıyor.
-
Bak bak, gene nereleri geziyor.
İşte, bu cümleleri duymak için
çekiyoruz tüm bunları. Yaşamadan, sadece hayatımı kare kare ederek sergilemek
için yapıyoruz artık ne yaparsak. Sunumsuz kahvaltıya kahvaltı demiyoruz, çayın
baş tacı edildiği ülkede herkes kahve tiryakisiymiş meğerse. Akşam yemeklerini
dudak ısırtacak şıklıkta hazırlıyor, evimizi hiç de tarzımız olmayan ıncık
cıncıkla Çarşamba pazarına çeviriyoruz. İki like için, yaşamaktan geçiyoruz.
Olur mu canım? Diyenler çıkacaktır
şimdi. Oluyor canım. Maalesef tüm bunlar oluyor. Nasıl mı anladım? Bir tatil
sonrası al karşına konuş. O storyde boy boy fotoğrafını paylaştığı antik
tiyatrodan neler hatırlıyor? Geçmişini, yapılışını, kullanıldığı yılları okumuş
mu? Araştırmış mı? Taşların üstüne çizilen o resimleri hatırlıyor mu? Nerdeeee…
Hatırlamaz, istese de hatırlayamaz. Fotoğraf çekmeye gitti çünkü o oraya.
Bir de şu tipler var ki, evlere
ırak. Gidiyorsun bir tarihi yeri gezmeye. Vatandaş yanında pozdan poza giriyor.
Kültürel gezi için değil de, bir dergi kapağının çekimleri için oradaymışsın
edasında. Kendini çekmekten bulunduğu ortamın büyüsüne kanamıyor, hissedemiyor
o ruhu. Aklı fikri, instagramda paylaşacağı fotoğraflarda çünkü.
Tatil fotoğrafı deyince selfieleri,
heykellerde, yapıtların önünde verilmiş pozları sevmem. Bir tarih kitabı gibi
olmalı tatil fotoğrafları. Oraları anlatmalı, her gün aynada gördüğün o yüzü
değil. İşte böyle orada poz verelim, şurada şöyle çekinelim, dur şu pozum kusur
kalmasın diyenlerle gezmekten, görmekten hoşlanmıyorum bu yüzden.
Alıştık ama böyle yaşamaya. Bu insanlar
ne yapıyor demiyoruz. Elinde tabletle, telefonla kayıt alanları yadırgamıyoruz.
Yayalara kırmızı ışıkta durmayan bizler, fotoğraf çekenlerin pozu yarım
kalmasın diye duruyoruz, kaldırım kenarlarında.
Şunu bilmiyoruz ki, yaşamadan
çektiğimiz, içinde olduğumuz halde avuç içi kadar ekrandan görebildiğimiz o an’ların
hepsini flaşlar patladıkça yitiriyoruz. Yaşamadan, hissetmeden, an’ın için
olmadan, anı değil poz biriktirerek bir bir yok ediyoruz.
Categories
anı yaşamak,
facebook,
fotoğraf çekmek,
instagram,
sosyal medya,
story,
tatil fotoğrafları
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)