Koltuğa
boylu boyunca uzanmış, tertemiz bir sayfayı andıran beyaz tavana gözlerimi
dikmiştim. Buraya ilk gelişimdi. Hep filmlerde görüyordum. Adam koltuğa uzanır,
yüzünden anlayış akan bir ifadeyle psikolog gelir, başucuna kurulur.
Defterinden bir sayfa açıp kalemini çıkardığı anda da patlatır o meşhur lafı;
Çocukluğunuza dönelim…
En
çok bundan korkuyordum ben de. Bana çocukluğumu sormasından… Anlatacak bir
çocukluğum yoktu ki benim. Yarım kalmış sevinçlerim vardı, oynayamadığım
oyunlarım vardı, görmediğim ilgi vardı, her çocuğun hak ettiği ancak ne
hikmetse benim semtime bile uğramayan merhamet vardı. Ama çocukluğum yoktu.
Çocukluğu
olmasa da büyüyor insan, evleniyor, çoluğa çocuğa karışıyor. Bizim çocuk… Bu
sene okula başladı. Haliyle küçüklüğündeki gibi koyduğumuz yerde durmuyor.
Parktan eve sokamıyoruz mesela, ben geldiğimde hâlâ evde yoksa yüzüm düşüyor.
Hanım anlıyor tabi, halimden tavrımdan. Gülerek geliyor yanıma, sırtımı
sıvazlayıp “sen hiç çocuk olmadın mı, ne var canım bunda?” diyor. İşte o an, bir
düğüm dolanıyor boynuma ki sorma, psikolog hanım. Olmadım diyemiyor insan. Şimdi
sende sorarsan çocukluğumu, ne anlatacağım ben sana?
İçki
sofralarından kalkıp evin yolunu bulamayan bir babayla, kaynanasının,
eltisinin, görümcesinin en çokta kocasının hırsını benden çıkaran bir annenin
kucağına doğdum ben. Seçemiyor diyor ya insan, doğru. Aklım erse, bana sorulsa
seçer miydim hiç böyle bir çocukluğu?
Mahallenin
tüm çocukları zillere basıp kaçardı, ben yapmadım. Evdeki hır gür o denli
sıkmıştı ki içimi, bir de komşu Mustafa amcadan zılgıt yemeyi göze alamadım. Hiç
horoz şekerim yok, diye ağlamadım. Bir bayram arifesinde yeni kıyafeti başucuna
koyup uyumanın tadını tatmadım. Sırtım okşandı mı, bir güler yüz gördüm mü?
Hatırlamıyorum.
Yüzümü
gülümsetecek anları hiç hatırlamıyorum ama boynumu büken, aklıma düşünce bile
uykularımı kaçıran o günleri çok iyi hatırlıyorum. Yediğim dayakları, babamdan
öğrendiğim ilk küfrü, annemin “seni doğuracağıma taş doğuraydım” diye sokak
ortasında kendini paralayışını…
Kolumu
kanadımı kırıyor şimdi bu anılar, uçamıyorum. Silmeyi hafızamdan bu anıları, o
kadar çok istedim ki… Olmuyor, içime işlemiş bir kere, ne kadar çitilersem
çitileyim o izler geçmiyor.
Bizim
çocuk yaşasın istiyorum, benim yaşamadığım ne varsa. Haylazlıklarına,
yaramazlıklarına bazen dayanamayacak gibi olsam da, içimde kalbi kırık, boynu
bükük çocuk durduruyor beni. Bir plastik top istedim diye yediğim dayağı
hatırladığım günden bu yana ne istese almak istiyorum. O bir istiyorsa ben iki
ediyorum. Benim giymediklerimi giysin, oynamadıklarımla oynasın, görmediklerimi
görsün. Ben eksik kalan yanımı o tamamlasın. Gözünün içine bakıyorum, ağzından
çıkacak cümleyi bekliyorum resmen, bizim bıcırığın. Yaptıklarım hiç yetmiyor
gibi geliyor.
Şımartırsın,
tepene çıkarırsın, sonra baş edemezsin diye sürekli kulağıma asılıyorlar
çevreden. Bir taraftan giriyor, bir taraftan çıkıyor. Diyemiyorsun ki, ben
şımarmayayım diye yaşattılar o zamanları, diye. Sen söyle psikolog hanım,
şımarır mı sence? Bir bebek istediğinde iki tane aldım diye çıkar mı tepeme?
Neden
geldim, bilmiyorum. Bir şeyler yolunda gitmiyor içimde. O yaşamadığım çocukluk
ayağıma dolanıyor, her seferinde. Parkta çocuğuna bağıran bir anne görsem gidip
kollarından sarsasım geliyor. Nerede kızgın bir babaya denk gelsem içimdeki o
kor alevleniyor. Elimde yüzümdeki morluklar çoktan geçti de ruhta açılan
yaralarım halen daha kanıyor. Belki sen sararsın diye geldim ben de, işte.
Şimdi
öyle bir reçete yaz ki bana, yaşamadığım çocukluğumu geri versin. Öyle şeyler
söyle ki bana, görmediğim sevginin, şefkatin yerini doldursun. Bana çocukluğumu
unuttursun.
0 yorum:
Yorum Gönder